İkinci Abdulhamid Han‘ın Dilsiz Çocuğa Duası. Sohbet meclisine geç kalmıştım. İçeri girdiğimde yeniden ısrar başladı.
– Mahmud ağabey, şu hatırayı yeniden anlat, hocamız da dinlesin!
Belli ki orijinal bir olay vardı ortada. Ne yazık ki kaçırmıştık. Ama ne gam, dostlarımız ısrarlıydılar. Mutlaka tekrar ettireceklerdi. Fazla direnemeyen Adıyamanlı dostum, merhum Mahmud Allahverdi, hatırımızı kırmadı, tekrar anlatmaya başladı:
– Gençlik günlerimde, ben de herkes gibi Sultan Abdulhamid aleyhtarı idim. Okulda anlatılanları gerçek sanıyor, aleyhinde bulunuyordum. Bir gün yine ileri geri konuşurken terzi dükkanımda müşteri yerinde oturan tanıdığım yaşlı bir zat, bana çıkıştı:
– Oğlum, sen imanlı insansın, sakın Abdulhamid Han’ın aleyhinde konuşma. O büyük bir velî idi. Ben buna kızarak karşılık verdim.
– Kim demiş velî diye. Memleketi bu hale getiren O değil mi? Ben öyle iddialara kulak asmam. Herkes bir şey söylüyor, kimi velî diye rivayet ediyor, kimi de hain diye… Yaşlı zat elindeki bastonuyla beni dürttü, belli ki kızmıştı.
– Bana bak, dedi. Şimdi sana öyle bir olay anlatacağım ki, bu ne bir iddia, ne de bir söylenti. Bizzat yaşadığım, şahit olduğum, bir olay bu!
Ben, bu defa dikkat kesilmiştim. Çünkü yaşlı tanıdığım, herhangi bir işitme ve söylenti değil, bizzat yaşadığı olayı anlatacaktı. Nitekim başladı da anlatmaya.
– Ben Osmanlı Devletinin başşehri İstanbul’da doğdum. Babam memuriyeti sebebiyle orada görevli bulunuyordu. Ne var ki, geçirdiğim bir hastalık sonucu dilim tutulmuş, konuşma yeteneğimi kaybetmiştim. Sekiz yaşına kadar dilsiz halim devam etti. Hiç konuşamıyor, el – kol işaretiyle maksadımı anlatmaya çalışıyordum.
Babam buna çok üzülüyor, ne yapacağını bilemez halde bulunuyordu. Gitmedik doktor, hoca bırakmadı, ama hiç biri de fayda etmedi. Bir gün yaşlı bir komşumuz geldi, dedi ki:
– Seni çok üzgün görüyorum, üzülmekte de haklısın. Bir baba için yavrusunun dilsiz olması kadar üzücü bir şey olamaz. Sana bir çare söyleyeceğim, bunu mutlaka yap!
Babam ümidle gözlerini açıp dinlemeye başladı.
Yarın Şu Yoldan Sultan Abdulhamid Geçecek
– Yarın şu yoldan Sultan Abdulhamid geçecek, ne yapıp yap oğlunu mutlaka karşısına çıkar ve O’na duâ ettir. Osmanlı sultanlarında yedi evliya kuvveti vardır, ola ki şifa bula.
Bu tavsiye babamın aklına iyice yatmış olacak ki söylenen saatte yol üzerine çıktık, ümitle beklemeye başladık. Az sonra yaylı araba göründü, ama bizim O’na yaklaşmamız mümkün değildi. İzdiham çok fazlaydı. Uzakta kalışımıza çok üzüldük. Fayton hizamıza gelince, beklenmedik bir olay oldu. Ansızın durdu, içeriden başını uzatan Sultan, bize doğru bakarak seslendi:
– Efendi! Çocuğu getir, çocuğu!
Şaşırdık. Babam heyecanla elimden çekerek beni arabanın yanına götürdü, elimden tutup yukarı çıkardılar. Sultan, yanaklarımı okşadı, bir şeyler okuyor gibiydi. Az sonra bana:
– Beni tanıyor musun, ben kimim? diye sordu.
Benim dilim tutuktu, cevap vermem imkânsızdı. Ama bir şeyler hisseder gibi oldum. Birden dilim çözüldü, cevap verdim:
– Sen bizim Padişahımızsın!
Bunun üzerine babam, Allah Allah diye feryadı bastı. Beni aşağı indirdiler. Bundan sonra bülbül gibi konuşmaya devam ettim.
İşte evladım, bu olay bir işitme falan değil, bir yaşamadır. Sakın ola ki Osmanlı sultanları aleyhine konuşmayasın. Onlarda gerçekten yedi evliya derecesi vardı. Dilimin açılmasına sebep O’nun duâsıdır.